15 Temmuz 2011 Cuma

Ruh Kalabalıklığı

   Saat kuramayan insanlardanım. Sanki bu durum hiç alışkanlığım olsun istemedim. Hiç saat kurmam da demiyorum ama, yani eğer ertesi gün çok mühimse -sanırım öss sınavı için kurmuştum- ve gerçekten çok erken bir saatte kalkmak zorunda isem evet ben de saat kuruyorum. Ama işe gitmek için saat kurmaya hiç mi hiç ihtiyaç duymuyorum, durum okula gitmek için de aynen böyleydi -finaller ve büt zamanında sabahlayıp, sınav saatine az bir vakit kala uyanmak zorunda olduğum zamanlar haricinde - neden vizeler değilde finaller diye soracak olursanız ee çünkü onlar son çırpınışlar :) Okuldan bahsederken, mezuniyetimin üstünden 5 ay geçmiş olduğunu ve orayı hiç özlemediğimin farkına vardım. Para kazanmak başka bir şey, hazzı başka... Zevki başka, ay sonundan bahsetmesek de olur bence :)

   Ofisim ve evim birbirine çok yakın, ne sabah trafiğim vaaar ne de akşam ... yani İstanbul'da yaşayan, bu şehirde çalışan ve iş saati trafiğine girmeyen İstanbul'un nadide insanlarından biriyim. Ama bu durum bile benim İstanbul'u sevmeme yardım etmiyor...

   Sabahları genellikle 8.30 sularında uyanırım, son 1-1,5 aydır da canım makyaj yapmak istemediği için rutin hazırlığımdan sonra 9.00 olmadan ofiste olabiliyorum. Saat kurmam demiştim ya, hııh kurmam işte saat, gözümü açarım saat ya 8.20 küsürdür ya da öyle bir şeydir işte. Ya da sizi de uyandıran sevgiliniz vardır umarım yoksa bile olsun yani olur bence olmalı yani. Bu sabah 6.30'da uyanmam gerekiyordu mesela, gözümü bir açtım sabah 6.30.. Tıpta bunun bir adı olmalı varmıdır ki acaba, varsa bir zahmet yorum kısmına yazın lütfen :)

   O kadar zor ki bu kocaman şehirde yaşamak... Otobüse biniyorum bazen, o kadar dolu ki, o kadar iğrenç ki ...İnsanlar ezilircesine içeride, sonra bir de dışarda durakta otobüsünün gelmesini bilmem kaç dakikadır bekleyen insanlar var... Onlar da bir yerlere yetişecek, evine gidecek ama içerisine giremiyor otobüsün... Rezillik ...

   İniyorum otobüsten, yürüyorum.. İnanın yürüdüğüm semtin hiçbir önemi olmaksızın - tamam bazen farkediyor ama çok azcık bir bazen bu- şort, etek, bacağının dışarda olduğu herhangi bir kıyafet işte farketmez,vs.. bacağıma bakanlar, birazcık yakası açık bir bluz giydiysem meme..me bakanlar, saçım sarıysa, yeşilse,kısaysa,uzunsa..yine farketmez beni baştan aşağı süzenler..Acayip sesler çıkarıp, hala laf atmak diye bir kavramın varolduğunu hatırlatanlar...devam etmek bile istemiyorum cümleye, o kadar ki midem bulanıyor ve o kadar yüzüm ekşiyor... Rezillik..

   Ya da iniyorum otobüsten ve daha lüks olan taksiye biniyorum... Eğer gideceğim mesafe 6-7 liralıksa, yüzünü ekşitiyor, ufluyor pufluyor... Ya merak ediyorum kısa mesafeden kazandıkları para para mı değil ? Ya da neyin afra tafrasını yapıyorsun ki sen, gazetede,haberlerde..kamerayı ve mikrofonu gördüğün her yerde sen değil misin ağlayan, peki bu afra tafra niye ? Gün içinde bindiğim 2 taksiciden 1'i hatta bazen 2'si de böyle çıkıyor. Ödediğim mesafenin faturasını istememse onları nasıl çileden çıkarıyor bir görseniz...Rezillik...

   Beni ofiste sabah ilk karşılayan kişi canımız köpeğimiz Zorbey'imiz. O kadar masum bakıyor ki, kendisi bir Golden retriever.... Onu görünce yüzüm gülüyor, ve sonra Gül Abla'mızın gülen yüzü, gülen günaydını.. İçimi hafifletiyor, alıyor beynimdeki kalabalığı bir anlığına. Yeni mezun olan birçok arkadaşım var, onlar için de böyle sıcak bir ofis, böyle içten günaydınlar duyabileceği iş arkadaşları edinebilecekleri işler bulmalarını umuyorum...

   Kocaman cam bir masam var, odam eski çok ama seviyorum. Masa kah dağınık kah toplu... Tepemde bir klima var ama kullanmayı sevmiyorum. Penceremi açıyorum, yemyeşil bir bahçe ve boynumu okşayan esinti, ohh diyorum günaydın bana güzel olsun günüm ...

   Gün yoğun, gün durgun, istinasız güzel ev yemeği, en anlayışlısından en keyiflisinden bir genel müdür...Herkes kendi halinde.. Biten iş günü. Ha sabah 9 ha sabah 8, ha akşam 17 ha akşam 18,19...Ne farkeder ki.. İnsanın işini, ofisini, orda geçen zamanını sevmesinden daha güzel olan ne var ki...

   Uyandım, ofise gittim, kahvaltımı yaptım, çalıştım, nefes aldım, çalıştım, güldüm, çalıştım, yemek yedim, çalıştım, duruldum, kahvemi içtim, okudum, dinledim, sevdim, araştırdım, çalıştım, iş günüm bitti... Eeee hadi birşeyler yapalım sevgiliyle ya da keyif aldıklarımla ... Taksim'de buluşuyormuşuz, hadi ozaman, ben metroya gidiyorum...

   Hehhh bindim işte kapıya sıkışıyordum nerdeyse ! İnsan insan kalabalık insan of oooofff...
Metrodayken kendimi Bakırköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden kaçmış bir deli gibi hissediyorum. İnsanların tek tek yüzlerine kitleniyorum. Ne bakıyoooosssunnnn ? diye bir çıkışsa ne derim bilemiyorum neyse o kadar kitlenmeme rağmen şuana kadar çıkışan olmadı, ohoooo ben olsam çoktan 'birine benzettiniz galiba' diyip inceden dokundururdum .. Neyse sevgili metro sakinlerine burdan sevgilerimi yolluyorum.

   Yüzlerine bakıyorum insanların, oturdukları yerde ellerini nereye koyduklarına, ayaklarına bakıyorum.. ayak tırnaklarına, botuna, ayakkabısına..yüzlerindeki mimiklere...hep mi mutsuz duran yüzler ve gözler görüyorum hı hı çoğunlukla ... Mutsuz yüzen gülümseyemeyen göz.. düşük bir ağız...

   'Taksim bu istikametteki son durağımızdır, Şişhane'ye geçmek istey........' geldik. O da ne huuuuraaaa... Yığınla insan..koşuyor, yürüyor, çarpıyor, geçiyor, teni tenime değiyor- çok üzgünüm ama iğreniyorum, senin de benim tenimden iğrenmen en doğal hakkın tabiki- heh diyorum başlıyoruz yine...Merdivendeki yarış, yavrum merdiven sırası bekleyen 'Ortadoğu'lu olmayan sevgili turistler- Ortadoğu'lu turistler de birer hayvan olduğundan- sol tarafta dikilen moronlar, çıkıştaki dilenciler olmazsa olmaz olamaz... Rezillik...

   O merdivenleri bitirince, duruyorum şöyle etrafıma bakınıyorum, kalabalık..insan.. öyle çok öyle kocaman ki irkiliyorum, hani içinde bir tuhaf his olur ya bazen böyle bazen çok heycanlandığı zaman insan ya da kötü bir şey olcakmış gibi hissederken ya da çok sevdiği bir yerden ayrılmak zorunda olduğu zaman - Vilnius'tan ayrıldığım zaman- bir tür mide bulantısı... Hıııh işte aynen öyle bir his geliyor oturuyor karnımdaki en baş köşeye... Buluşmaca, etmece.. Ay nereye gitsek.. Cevap benden geliyor ' Sakin bir yere' ... O kadar özlüyorum ki sakin sokakları caddeleri sakin insanları sakin alışveriş merkezlerini.. Evet sakin alışveriş merkezleri de var gerçekten bak !

   Burada, İstanbul'da, bu kaosta  yaşamak hiç zevkli değil, tamam bazen sevdiklerinle ve sevdiğinle zevkli olabiliyor -sakinliği yakaladığım sürece- ama hepsini alsam ve gitsek ...

   Ruhum o kadar kalabalık o kadar yorgun ne yapcağını bilemeden duruyor öyle.. Bağlamış kollarını, asmış yüzünü.. Enerjimi alıyor burası, insanlar, kalabalık,sistemsizlik,başımızdakiler,arkamızdakiler,söylenenler,yazılanlar... Bilumum her şey...
Google map açıyorum, ülkemi seçiyorum.. İş imkanlarına, ne yapabilirime bakıyorum...Sonra bir dünya prosedür..başlamadan yoruluyorum. Lanet diyorum..Napıcam ben diyorum, ama hiç burada olmak istemiyorum. Yoruluyorum, başımı döndürüyor..Gitmek istiyorum, sevdiğim ve sevdiklerimle okadar...



P.S: Birkaç gün önce görüştüğüm sevgili Ezgi Su beni en iyi anlayacak kişi sanıyorum :) Hııı  Ezgicim, ne dersin :) ?

 Bu blogu Cihangir'de bulunan Babel Cafe&Restaurant'ta yazdım.- Hemen yanı başımda olan 2.elkitapçıya uğrayan turistleri dinlemek... ah dinlemek duymak onları..neysee..- Bu Babel'de varya Antakya mutfağının müthiş mezelerini çok cüzi bir fiyata yiyebilirsiniz. Humusu şiddetle tavsiye ederim. İşletmecileri 2 kardeşten Serdar olanı yoldan geçen tüm turistler ile fotoğraf çeken bir deli :) O kadar güzel müzikler çalıyor ki gelip, dışarıdaki masada oturup hem bir şeyler yazıp çizebilir, hem karnınızı doyurabilir hem de mahalle arası sakinliğini yaşayabilirsiniz :) Detayları burada http://www.babelcaferestaurant.com/tr_index.html
Huzurlu iş yerimi merak edenler ise buyursunlar lütfen http://www.sayreklam.com/ yemeğe de bekleriz :) 

Son olarak Hayyam okuyun arada;

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!

             Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
             Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
            Aklım düşüncenin derin denizlerinden
             Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.



Güzel kalın ve sakin  ...

Öznur veya Oznur







  

3 yorum:

  1. google map açmakla ilgili paragrafını kendim yazmışcasına hissettim öznur:))

    YanıtlaSil
  2. biri ne hissediyorsun diye bana sorsaydı ancak bunları anlatırdım :) telepati gelişti diyolar ama bukadar olamaz dimi Oznurcum? :D

    YanıtlaSil
  3. Ben bu güzel yorumları daha yeni farkediyorum, affedin lütfen ..

    Ayç; sana bunu hissettirebilmem yanlız olmadığımı gösteriyor o zaman bana. Ah keşke her şey daha kolay olsa ve seçsek ülkelerimizi ve gitsek.. Keşke...

    İremcim ; nasıl mutlu oluyorum böyle güzel yorumlar okuyunca ... Seni beni onu bizi birbirimizi anlayabilen insanların olması ne güzel ... Telepatinin ötesine devam diyorum o zaman :)

    YanıtlaSil