30 Kasım 2011 Çarşamba

Kasım Biterken...

Çok uzun zaman oldu yazmayalı...Ama;

Ofisimde sosyal medya yasaklıysa, eve gelip karnımı doyurup sadece dinlenmek istiyorsam günahım ne?

Biri ''Napıosun'' diye sorduğu zaman; hiç yaaee napim iş güç diyorum ama aslında ne çok ayrıntı var o ikileme arasında.

Ofiste sosyal medya yasaklı olduğu için ben de gazetelere ve köşe yazarlarına sarıyorum bulduğum her boş vakitte. Fakat bu alışkanlık beni üzüntüden mahfetti. Önceden 3.sayfada okuduğumuz haberler artık gazetelerin manşetinde yer almaya başladı...

Güne sabah 9 civarında ballı süt ile başlıyorum. Bir elimde ballı süt, diğer elimde fare dolanıyorum Habertürk'ten Hürriyet'e. Ofisim ve evim birbirine 15 dk uzaklık mesafesinde olduğundan- iş konusunda ne kadar şanslı olduğumu defalarca söylediğimi düşünüyorum- ; sabah uyanamama gibi derdim çoğu zaman olmadığından da sabah saatlerinde kahve içmem mümkün değil. Bir elimde kahvem bir elimde farem diyememem bundan. Yemek sonrası kahveye kim hayır der ki? Kahve çarpıntısı olan ben bile :)

Önce ne ilk ne de son olan şehit haberleri yıktı beni, sonra Van depremi. Sorunlar hep üst üste gelirdi ya, bu sefer de kara bulutlar bizim üzerimizdeydi. Sosyal medya üzerinden çığ gibi büyüyen yardım kampanyaları tweetlerini okumak ne kadar zevkliyse; kadına şiddet haberlerini okumak, resmen her gün bir kadının psikopat kocaları, abileri, sevgilileri tarafından öldürülmesi bir o kadar üzdü beni. Çok hassasım insan ölümlerine karşı. Çünkü o kadar kolay ki ülkemizde insan ölümü...

Şans mı Şanssızlık mı? : Şuandaki işime girebilmek için can atıyordum resmen. Öncelikle evime yakın- trafikli işe yanıt veremiyor enerjim-, Uluslararası firma, ingilizcemi unutmak istemiyorum diye tüm herkesin kafasını patlattım durdum, derken baktım genel müdürüm Boliwood'tan fırmalama bir Hindu, bu kıstasımı da yerine getiren çok sevgili firmamın şartları da gayet güzelken Allah aşkına kim yırtmaz kıçını şu işe girebilmek için. Fakat insanoğlu maymun iştahlı diye boşuna dememiş sevgili Atalarımız. Bilmem kaç iş görüşmesinden geçtikten sonra kabul edildiğim işimin daha maaşını alamamışken ben Inditex'ten iş teklifi almayayım mı!!!! Inditex yani Zara, Bershka, Stradivarious, Massimo Dutti diye uzayıp gidiyor bu markalar. Ben tekstil-moda diye hayaller kurarken kendimi demir-çeliğin devinde çalışır bulmuştum fakat karşıma çıkan bu fırsata karşı ne yapmalıydım??? İşte tam bu sırada dedim ki ya o kadar hava atıyorum hemen iş buluyorum, istediğim işe de giriyorum diye acaba Allah beni böyle mi sınıyor? Deliler gibi düşündüm durdum şimdi ben ne bok yiyeceğim diye...Hayır, eğer Zara olsaydı markam dakika düşünmez İş Kuleleri'nin en üst katının nadide güzel odalarından birinde, Inditex'in IK direktörünün önüme koyduğu teklifin sözleşmesini okumadan kabul ederdim fakat bana ZaraHome diyince markan, ben dondum kaldım. Hayır görüşmelerde Inditex'in hangi markalarını beğeniyorsunuz diyince ayıp olmasın diye ZaraHome'u da ekledim ama yani benim hedefim belli, Zara. Ya ZaraHome'a haksızlık etmiyeyim şimdi orasıda insanın hayalindeki ev gibi resmen ama...Haftalar sonra kıvrana kıvrana aradım o tatlı IK Direktörünü, kabul edemiyorum çünkü beni hayallerime götürecek marka ZaraHome değil dedim. Şaşırdı. Çünkü benden olumlu bir yanıt bekliyorlardı. Çünkü bir 4 muhteşem kadın ve ben inanılmaz zevkli bir iş görüşmesi yapmıştım 1,5 saat süren. Ama olmadı. Pişman mısın diye soracak olursanız, hayır değilim. Çünkü Sonbahar-Kış, İlkbahar-Yaz kreasyonlarını heyecanla beklediğim gibi çarşaf takımlarını beklemeyecektim. (Pozisyon MT'di.) Ne diyorsunuz şanslı mıyım şanssız mı?

Nereyi Gezdim: Çalışan insanlar için bayram demek tatil demektir. 29 Ekim gibi milli bayramlarda Cumhuriyet'imizin kaçıncı yılı, etkinlikler neler diye araştırmaktan ziyade, iş gününe denk gelip gelmediğine bakarız. Ama bu bizlerin suçu mu? Ne münasebet! Koca 1 yıl çalıştırıp, 2 hafta izin veren zihniyet utansın! Biz de bu kurban bayramında son anda plan yaptık ve en canım arkadaşım, kızkardeşi ve sevgilim Assos(Behramkale)'da bulduk kendimizi. Ölmeden önce yapmanız gereken şeyler listesinde ''Assos'ta güneşin batışını izleyin'' maddesi vardır bilenler bilir. Ama biz ne yaptık Assos'a vardıktan hemen sonra Ayvalık'a gittik, Ayvalık tostu yedik ve o sırada güneşin batışını kaçırdık, velhasıl biz o batışı izleyemedik. Ne yapalım kısmet başka bayramlara diyelim :) Bu arada Assos'a mutlaka ama mutlaka gitmelisiniz! İstanbul kargaşasından kaçmak için çok ideal bir lokasyonda. Biz içimizi huzurla doldurup geri geldik. Ama bu huzur İstanbul tabelasını görene kadardı...

Misket oynardık; asker oldu: Biz iki kardeşiz. Benden 3 yaş küçük bir erkek kardeşim var. Küçükken misket, taso ne varsa oynar onu kökerdim. Ihihihihi! Hatırladınız mı bir zamanlar kelime dağarcığımızda olan ''kökmek'' fiilini :) Evet onu kökerdim ve o da sinirden ağlardı. Uyurken tasolarımı, misketlerimi, kartlarımı çalacağını söylerdi. Televizyon sehpasının arkasına saklardım bende. Ama hep bulurdu ve alırdı!!! Kavga ederdik yine. Annemde her seferinde ikimizden de alıp, balkondan aşağı çocuklara ''yağma'' yapardı. Hatırladınız değil mi ''yağma yapmak'' fiilini de :) Biz büyüdük, misket oynarken asker oldu şimdide. Bu zincir böyle işliyormuş demek. Canım kardeşim asker oldu, şimdi İzmir'de ama uzun dönem askerlik yapacak. Şaşırıyorum çok biz misket oynar, çekyatın üzerinde zıplar deliler gibi eğlenirdik bu aktiviteyle ta ki annem banyo terliğiyle popolarımıza yapıştırana kadar. Çünkü o hali taksitlerini öderken biz yaylarını bozardık :) Canım kardeşime hayırlı teskereler dileyelim lüttfen! :)


Trafik fobili ben ve ehliyet: Babam liseden beri ehliyet al diyip durur bana. Aksi mi bende de hiç istek yok. İstanbul trafiğinden korkuyorum çok korkuyorum bu yüzden hiç gerek duymadım bu zamana kadar metro neyime yetmiyor. Ama baktım olmayınca olmuyor bari olsun en fazla cüzdanımda kalır. Yazıldım bir ehliyet kursuna. Yazılmaz olaydım. Kuralları biraz biraz öğrenmeye başlayınca ve trafikteki haysanları (hayvan&insan karışımı) görünce korkum katlanarak büyüdü. Bugün İlkyardım dersi de bitti. Kendimi sağlık görevlisi gibi hissetmem bundan. Neyse selam İstanbul trafiği ben geldim demem yakın. 


Londra aklıma düştü yine. Gelişmeler oldukça yazacağım. Daha çok başındayız.

Kasımda aşk başkadır diyenler! Eee Kasım da bitti. Değişiklik var mı relationshipte ? :)

Sevgilerrr, saygılarrrr, huzurlarrr diliyorum herkeseee

Öznur

24 Ekim 2011 Pazartesi

Kayıp Etmek

23 Ekim 2011, Pazar sabah 6

Telefonum çaldı. Ben korkarım sabah gün doğmadan ve gece yarısı çalan telefondan. Çok korkarım. Çünkü kötü kelimeler, çirkin cümleler duyacağımı bilirim. Telefonumu cevaplamadan ağlamaya başladım. Karanlıktı daha, gün aymamıştı henüz ki gün ayamadı bana. Karanlık, ağlıyorum kulağımda sela ezanı. Sela ezanı ama Cuma değil günlerden, Pazar. Telefonu açtım, annemdi karşıdaki ses. Kızım napıyorsun, şeyyy dün dişini çektirdin ya ben onu merak ettiğim için aradım dedi. Hala ağlıyorum. Aslında çok yalan ama bir anlık inanmak istercesine diyorum ki: ''Offf anne! Bu saatte bunun için mi aradın! ''. Sonra o da ağlıyor, saklayamıyor, dayanamıyor... Kaybettik diyor, kayıp ettik.

İnsan ne çok korkar en sevdiklerini kaybetmekten değil mi? Hep kaçılır bu gerçekten çünkü düşünürsen kafayı yiyecek gibi olursun. İnanamaz, düşünemez, konduramazsın. Apar topar çıktım evden. Göz yaşlarım akıyor, tutamıyorum. Ulaşıyorum daha 1 ay önce ziyaret ettiğim evinin önüne, kalabalık. Açılıyor kapı. Kulağımda feryatlar, annneeem diye haykıranlar gözümün önünde. ''Annnemmm sensiz ben ne yapacağım '' feryatları kulağımda. Bağırıyor, feryat ediyor. Dizlerinde ağlıyorum ben de.

Kalabalık, çok kalabalık. Cenaze evi kalabalığı. İnsan akıyor. Duyan geliyor. Duyan feryat ediyor, inanamıyor. Irak diye bir şey kalmıyor. Her yerden herkes geliyor. Ah nasıl mutlu olmuştur o, çünkü bayılırdı evi kalabalık olsun, insanlar yesin ve içsin.

Karacaahmet diye bir yer varya hani. Bilmeyin orayı, hiç bilemeyin. Yıkanmayı, defnedilmeyi bekleyen nice vücut... Ürperdin mi? Ama neden? Bu hayatta birlikteyken, en sevdiklerin arasındayken şimdi korkuyor musun ondan? Ben ilk defa korkmadım. Yüzüne bile bakabilirdim ama istedim ki en son gördüğüm gülen yüzüyle aklımda kalsın, pamuk gibi beyaz teni ve kapalı gözleriyle değil. Ama uzanıyordu, hareketsiz ve cansız.

Ben cenaze arabası yanımdan geçerken bile korkardım. Ama o tahtanın içindeyken, ben o tahtaya dokunup, sevebildim onu. Dualar okudum başında. Ben çok hassasım. Haberlerde gösterilen trafik kazalarında birileri ölürken de üzülürüm. Şimdi yakınları ne hale gelir diyorum. İnsanın yakınını, sevdiğini kaybetmesi çok zor, çok fazla. Çok acıtıyor...

Ben mezarlıklardan korkardım. Ama o çukurun derinliğini bile gördüm. Çok derin o çukur, çok. Üşümez mi içinde, korkmaz mı? Korkmaz mıyız? Allah'ım kaybetmek ne zor, ne acı bir kelime.

Canımmm, canım Aysel nenem benim. Pamuk tenlim, güzel yürekli nenem benim. O kadar çok insanın üzerinde emeğin var ki insanlar sana koştu. İnsanlar hala inanamıyor, senin cennete gittiğine. Çok üzdün bizi güzel gülüşlü nenem benim. Bana hiç toz kondurmadın sen! Gece yatarken dua okumayı sen öğrettin bana ve ben dün yine o duaları ettim sana. Bebekliğimin, çocukluğumun, sen benim her dönemimin en muhteşem, en güzel yürekli kadınıydın. Seni kaybettiğimize inanamıyoruz. Üşüme nolur ve korkma! Biz senin için dualar ediyoruz canım nenem benim. Seni çok seviyoruz, pamuk prensesimiz. Sen bize, torunlarına derdin pamuk prensesim diye. Sen şimdi hem pamuksun hem melek!

Mekanın cennet olsun, nur içinde uyu canım nenem...

Allah'ım nolurdu ölüm olmasa. Nolur nolur sevdiklerim benimle olsun!

Bu yazımı okuyan herkes lütfen bir dua da siz okuyun onun için...

Öznur

30 Eylül 2011 Cuma

Islak İstanbul Tarifi



Malzemeler:

*Karpuz büyüklüğünde mutluluk -Sabah o güzel ıslak sesle uyanış,
*1 tutam romantizm -Sevgilisi,kocası,fuckbodysi olanlar için,
*Göz kararı sonbahar renkli elbiseler -bej,mürdüm,taba,turuncu...
*İsteğe bağlı olarak şemsiye,
*1 avuç toprak kokusu,
*Dilediğince müzik -Norah Jones...




Yapılışı:

Sabah 6 civarı...
Gözlerimi açtım uykulu uykulu; İstanbul ıslak. Yatağım sıcacık, oda karanlık, özlediğim yağmur sesi. 1 tutam romantizm her şeyi tümleştirir...Kimse gitmese bir yere ve biz o sıcaklıkta karpuz büyüklüğündeki mutluluğumuzla uyusak...Olmuyor, uyandım. Bugün 30 eylül! Eylül bitiyor. Eylül'ün otuzuncu ve son günü. Ve eylül bebeği ben, beklediği yağmura son gün kavuşuyor. En sevdiğim kazağımı geçirdim üzerime.



Bej,mürdüm,taba,turuncu...Yüzüme de kondurdum biraz pastoralize. İsteğe bağlı siz şemsiye koyabilirsiniz demiştim ama ben hafif ıslanmak istedim. Islanmak... Ofise gelip penceremi açtım. Bugün eylülün otuzuncu günü. Bugün içine toprak kokusu dolmuş odamda son günüm. Norah Jones eylülün otuzuncu gününde toprak kokulu odamın son misafiri...somewhere over the rainbow...


Yağmuru sev; Öznur 



15 Temmuz 2011 Cuma

Ruh Kalabalıklığı

   Saat kuramayan insanlardanım. Sanki bu durum hiç alışkanlığım olsun istemedim. Hiç saat kurmam da demiyorum ama, yani eğer ertesi gün çok mühimse -sanırım öss sınavı için kurmuştum- ve gerçekten çok erken bir saatte kalkmak zorunda isem evet ben de saat kuruyorum. Ama işe gitmek için saat kurmaya hiç mi hiç ihtiyaç duymuyorum, durum okula gitmek için de aynen böyleydi -finaller ve büt zamanında sabahlayıp, sınav saatine az bir vakit kala uyanmak zorunda olduğum zamanlar haricinde - neden vizeler değilde finaller diye soracak olursanız ee çünkü onlar son çırpınışlar :) Okuldan bahsederken, mezuniyetimin üstünden 5 ay geçmiş olduğunu ve orayı hiç özlemediğimin farkına vardım. Para kazanmak başka bir şey, hazzı başka... Zevki başka, ay sonundan bahsetmesek de olur bence :)

   Ofisim ve evim birbirine çok yakın, ne sabah trafiğim vaaar ne de akşam ... yani İstanbul'da yaşayan, bu şehirde çalışan ve iş saati trafiğine girmeyen İstanbul'un nadide insanlarından biriyim. Ama bu durum bile benim İstanbul'u sevmeme yardım etmiyor...

   Sabahları genellikle 8.30 sularında uyanırım, son 1-1,5 aydır da canım makyaj yapmak istemediği için rutin hazırlığımdan sonra 9.00 olmadan ofiste olabiliyorum. Saat kurmam demiştim ya, hııh kurmam işte saat, gözümü açarım saat ya 8.20 küsürdür ya da öyle bir şeydir işte. Ya da sizi de uyandıran sevgiliniz vardır umarım yoksa bile olsun yani olur bence olmalı yani. Bu sabah 6.30'da uyanmam gerekiyordu mesela, gözümü bir açtım sabah 6.30.. Tıpta bunun bir adı olmalı varmıdır ki acaba, varsa bir zahmet yorum kısmına yazın lütfen :)

   O kadar zor ki bu kocaman şehirde yaşamak... Otobüse biniyorum bazen, o kadar dolu ki, o kadar iğrenç ki ...İnsanlar ezilircesine içeride, sonra bir de dışarda durakta otobüsünün gelmesini bilmem kaç dakikadır bekleyen insanlar var... Onlar da bir yerlere yetişecek, evine gidecek ama içerisine giremiyor otobüsün... Rezillik ...

   İniyorum otobüsten, yürüyorum.. İnanın yürüdüğüm semtin hiçbir önemi olmaksızın - tamam bazen farkediyor ama çok azcık bir bazen bu- şort, etek, bacağının dışarda olduğu herhangi bir kıyafet işte farketmez,vs.. bacağıma bakanlar, birazcık yakası açık bir bluz giydiysem meme..me bakanlar, saçım sarıysa, yeşilse,kısaysa,uzunsa..yine farketmez beni baştan aşağı süzenler..Acayip sesler çıkarıp, hala laf atmak diye bir kavramın varolduğunu hatırlatanlar...devam etmek bile istemiyorum cümleye, o kadar ki midem bulanıyor ve o kadar yüzüm ekşiyor... Rezillik..

   Ya da iniyorum otobüsten ve daha lüks olan taksiye biniyorum... Eğer gideceğim mesafe 6-7 liralıksa, yüzünü ekşitiyor, ufluyor pufluyor... Ya merak ediyorum kısa mesafeden kazandıkları para para mı değil ? Ya da neyin afra tafrasını yapıyorsun ki sen, gazetede,haberlerde..kamerayı ve mikrofonu gördüğün her yerde sen değil misin ağlayan, peki bu afra tafra niye ? Gün içinde bindiğim 2 taksiciden 1'i hatta bazen 2'si de böyle çıkıyor. Ödediğim mesafenin faturasını istememse onları nasıl çileden çıkarıyor bir görseniz...Rezillik...

   Beni ofiste sabah ilk karşılayan kişi canımız köpeğimiz Zorbey'imiz. O kadar masum bakıyor ki, kendisi bir Golden retriever.... Onu görünce yüzüm gülüyor, ve sonra Gül Abla'mızın gülen yüzü, gülen günaydını.. İçimi hafifletiyor, alıyor beynimdeki kalabalığı bir anlığına. Yeni mezun olan birçok arkadaşım var, onlar için de böyle sıcak bir ofis, böyle içten günaydınlar duyabileceği iş arkadaşları edinebilecekleri işler bulmalarını umuyorum...

   Kocaman cam bir masam var, odam eski çok ama seviyorum. Masa kah dağınık kah toplu... Tepemde bir klima var ama kullanmayı sevmiyorum. Penceremi açıyorum, yemyeşil bir bahçe ve boynumu okşayan esinti, ohh diyorum günaydın bana güzel olsun günüm ...

   Gün yoğun, gün durgun, istinasız güzel ev yemeği, en anlayışlısından en keyiflisinden bir genel müdür...Herkes kendi halinde.. Biten iş günü. Ha sabah 9 ha sabah 8, ha akşam 17 ha akşam 18,19...Ne farkeder ki.. İnsanın işini, ofisini, orda geçen zamanını sevmesinden daha güzel olan ne var ki...

   Uyandım, ofise gittim, kahvaltımı yaptım, çalıştım, nefes aldım, çalıştım, güldüm, çalıştım, yemek yedim, çalıştım, duruldum, kahvemi içtim, okudum, dinledim, sevdim, araştırdım, çalıştım, iş günüm bitti... Eeee hadi birşeyler yapalım sevgiliyle ya da keyif aldıklarımla ... Taksim'de buluşuyormuşuz, hadi ozaman, ben metroya gidiyorum...

   Hehhh bindim işte kapıya sıkışıyordum nerdeyse ! İnsan insan kalabalık insan of oooofff...
Metrodayken kendimi Bakırköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden kaçmış bir deli gibi hissediyorum. İnsanların tek tek yüzlerine kitleniyorum. Ne bakıyoooosssunnnn ? diye bir çıkışsa ne derim bilemiyorum neyse o kadar kitlenmeme rağmen şuana kadar çıkışan olmadı, ohoooo ben olsam çoktan 'birine benzettiniz galiba' diyip inceden dokundururdum .. Neyse sevgili metro sakinlerine burdan sevgilerimi yolluyorum.

   Yüzlerine bakıyorum insanların, oturdukları yerde ellerini nereye koyduklarına, ayaklarına bakıyorum.. ayak tırnaklarına, botuna, ayakkabısına..yüzlerindeki mimiklere...hep mi mutsuz duran yüzler ve gözler görüyorum hı hı çoğunlukla ... Mutsuz yüzen gülümseyemeyen göz.. düşük bir ağız...

   'Taksim bu istikametteki son durağımızdır, Şişhane'ye geçmek istey........' geldik. O da ne huuuuraaaa... Yığınla insan..koşuyor, yürüyor, çarpıyor, geçiyor, teni tenime değiyor- çok üzgünüm ama iğreniyorum, senin de benim tenimden iğrenmen en doğal hakkın tabiki- heh diyorum başlıyoruz yine...Merdivendeki yarış, yavrum merdiven sırası bekleyen 'Ortadoğu'lu olmayan sevgili turistler- Ortadoğu'lu turistler de birer hayvan olduğundan- sol tarafta dikilen moronlar, çıkıştaki dilenciler olmazsa olmaz olamaz... Rezillik...

   O merdivenleri bitirince, duruyorum şöyle etrafıma bakınıyorum, kalabalık..insan.. öyle çok öyle kocaman ki irkiliyorum, hani içinde bir tuhaf his olur ya bazen böyle bazen çok heycanlandığı zaman insan ya da kötü bir şey olcakmış gibi hissederken ya da çok sevdiği bir yerden ayrılmak zorunda olduğu zaman - Vilnius'tan ayrıldığım zaman- bir tür mide bulantısı... Hıııh işte aynen öyle bir his geliyor oturuyor karnımdaki en baş köşeye... Buluşmaca, etmece.. Ay nereye gitsek.. Cevap benden geliyor ' Sakin bir yere' ... O kadar özlüyorum ki sakin sokakları caddeleri sakin insanları sakin alışveriş merkezlerini.. Evet sakin alışveriş merkezleri de var gerçekten bak !

   Burada, İstanbul'da, bu kaosta  yaşamak hiç zevkli değil, tamam bazen sevdiklerinle ve sevdiğinle zevkli olabiliyor -sakinliği yakaladığım sürece- ama hepsini alsam ve gitsek ...

   Ruhum o kadar kalabalık o kadar yorgun ne yapcağını bilemeden duruyor öyle.. Bağlamış kollarını, asmış yüzünü.. Enerjimi alıyor burası, insanlar, kalabalık,sistemsizlik,başımızdakiler,arkamızdakiler,söylenenler,yazılanlar... Bilumum her şey...
Google map açıyorum, ülkemi seçiyorum.. İş imkanlarına, ne yapabilirime bakıyorum...Sonra bir dünya prosedür..başlamadan yoruluyorum. Lanet diyorum..Napıcam ben diyorum, ama hiç burada olmak istemiyorum. Yoruluyorum, başımı döndürüyor..Gitmek istiyorum, sevdiğim ve sevdiklerimle okadar...



P.S: Birkaç gün önce görüştüğüm sevgili Ezgi Su beni en iyi anlayacak kişi sanıyorum :) Hııı  Ezgicim, ne dersin :) ?

 Bu blogu Cihangir'de bulunan Babel Cafe&Restaurant'ta yazdım.- Hemen yanı başımda olan 2.elkitapçıya uğrayan turistleri dinlemek... ah dinlemek duymak onları..neysee..- Bu Babel'de varya Antakya mutfağının müthiş mezelerini çok cüzi bir fiyata yiyebilirsiniz. Humusu şiddetle tavsiye ederim. İşletmecileri 2 kardeşten Serdar olanı yoldan geçen tüm turistler ile fotoğraf çeken bir deli :) O kadar güzel müzikler çalıyor ki gelip, dışarıdaki masada oturup hem bir şeyler yazıp çizebilir, hem karnınızı doyurabilir hem de mahalle arası sakinliğini yaşayabilirsiniz :) Detayları burada http://www.babelcaferestaurant.com/tr_index.html
Huzurlu iş yerimi merak edenler ise buyursunlar lütfen http://www.sayreklam.com/ yemeğe de bekleriz :) 

Son olarak Hayyam okuyun arada;

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!

             Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
             Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
            Aklım düşüncenin derin denizlerinden
             Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.



Güzel kalın ve sakin  ...

Öznur veya Oznur